23 Şubat 2019 23:50

ABD-AB arasında ticari savaş hazırlıkları

NATO Güvenlik Konferansı ardından ABD ile Almanya ve AB arasındaki ticari çatışmanın ivme kazandığı gözleniyor.

Donald Trump fotoğrafı: Kayhan Özer/AA & Angela Merkel fotoğrafı: Pixabay & Kolaj Evrensel

Paylaş

Münih’te geçtiğimiz hafta sonu gerçekleştirilen NATO Güvenlik Konferansı ardından ABD ile Almanya ve AB arasındaki ticari çatışmanın ivme kazandığı gözleniyor. Bu çatışmanın AB ve Almanya’ya maliyetinin yüksek olacağı açık.

FRANSA’DA ELİZE’YE SUÇLAMALAR

Fransa’da bu hafta ana gündemlerden birisi bir kez baha Alexandre Benalla davası oldu. Elize Cumhurbaşkanlığı Sarayında Macron’un güvenlik danışmanı olan Alexandre Benalla’ın geçen 1 Mayıs’ta polislerle birlikte göstericileri dövdüğü görüntüleri ortaya çıkmıştı. Ardından Meclis ve Senato komisyonları araştırma başlatmışlardı. Meclis araştırma komisyonunda Macroncuların çoğunluğu oluşturması nedeniyle komisyon çalışamadı fakat Senato komisyonu çalışmalarına devam etti. Çarşamba günü 6 aydan sonra komisyon raporunu açıkladı. Raporda Elize Sarayına yönelik çok ciddi suçlamalar bulunuyor.

İNGİLTERE’DE TARİHİ GELİŞMELER

Bu hafta İngiltere siyasetinde tarihi gelişmeler yaşandı, en az 9 İşçi Partisi ve 3 Muhafazakâr Parti üyesi milletvekili istifa etti ve parlamento içinde “Bağımsız Grup” kurdu. Partilerinden ayrılan milletvekillerinin hepsi AB’den çıkışı (Brexit) engellemek için yeni bir referandum yapılmasını istiyorlar. The Guardian köşe yazarı Owen Jones ayrılan milletvekillerini neoliberal siyaseti benimsemekle eleştirdi.


TİCARET SAVAŞI HAZIRLIĞI

German Foreign Policy

ABD ile Almanya ya da Avrupa Birliği arasında artan tartışmalar sürerken, iki taraf arasında muhtemel bir ticaret savaşının hazırlıklarının ivme kazandığı görülüyor. Münih Güvenlik Zirvesi sonrası yapılan yorumlarda ABD’nin çatışma çizgisinde olduğu belirtiliyor; AB politikacıları Trump’ın şantajına boyun eğmeyeceklerini söylüyorlar.

Brüksel, tehditler ve sanayi ürünleri üzerindeki gümrüğün düşürülmesi teklifleriyle ABD’yi ikna etmeye çalışıyor. Bunun arka planında Trump’ın Avro Bölgesi ülkeleri açısından oldukça tehlikeli olacak gümrük cezaları tehdidi yatıyor. Alman sanayisinin temsilcileri gümrük cezalarının yansımasının az olacağından söz etseler de ABD’nin yeni cezai engellerinin Brexit’in yol açacağı ekonominin durgunlaşma dönemine rastlaması tehlikeyi arttırıyor. ABD yaptırımları bardağı taşırabilir!

‘OTOMOBİLLERİMİZLE GURUR DUYUYORUZ’

Washington ve Berlin arasındaki jeostratejik ve ticari çatışmaların artması ışığında, Alman kamuoyunda ABD ile potansiyel ticari savaş tehlikesinin var olduğu tartışması hız kazanıyor. Başbakan Angela Merkel’in Münih Güvenlik Zirvesi’ndeki konuşması, ABD’nin AB ile “çatışma çizgisinde” olduğunun göstergesi olarak yorumlandı. Merkel, Trump yönetimine doğrudan saldırılar eşliğinde ticaret anlaşmazlığındaki yükselişe karşı uyarıda bulundu. ABD hükümetinin ABD’ye otomobil ithalini “ulusal güvenlik tehdidi” olarak sınıflandırmasının “korkutucu” olduğunu söyledi: “Alman otomobilleriyle gurur duyuyoruz” dedi.

Planlananın aksine, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron konferansa katılmadı.

POKER

Trump’ın ekonomik açıdan kilit seçim vaadi ABD’nin muazzam ticaret açığını 800 milyar doların altına düşürmekti. Bunun yarısı Çin ve Almanya’dan yapılan ticaretteki fazlalıktan oluşmakta. Malların değerinin yüzde 25’i kadar olabilecek gümrük cezalarından en çok etkilenen doğal olarak Alman üreticileri olacak. AB Komisyonu, ABD’ye yönelik araç ve otomobil yedek parçaları ihracatının yıllık toplam değerini yaklaşık 50 milyar Avro olarak tahmin ediyor.

OTOMOTİV ENDÜSTRİSİ RİSK ALTINDA MI?

Alman otomobil endüstrisinin ABD’ye ihracatı, uzun vadede yüzde 25’lik cezai tarifelerle yarı yarıya düşebilir; bu da “bir bütün olarak ihracat üzerinde gözle görülür bir etki yapar” Böyle bir durumda toplam Alman motorlu taşıt ihracatı 18.4 milyar avro değerinde, yani yüzde 7.7 azalabilir. Motorlu taşıt endüstrisi “Alman ekonomisinin önde gelen sektörü” olduğundan, bu tür kayıplar ülke için bir bütün olarak ciddi ekonomik sonuçlar doğuracaktır. Otomobil birliği VDA, gümrük vergilerinin yalnızca “Avrupa otomotiv endüstrisi için değil, aynı zamanda Amerikalılar açısından da önemli bir yük olduğu” düşüncesiyle bir ticaret savaşının kazananının olmayacağını açıkladı. Avrupa Yeşil partisinin Alman lideri Reinhard Bütikofer, Trump yönetiminin otomobil endüstrisinin satışlarını gümrük cezalarıyla engellemesi durumunda AB ve Almanya’ya ticari bir savaş ilan etmiş olduğundan bile bahsetti.

Bu uyarılar, ticari savaş tehditlerinin Alman otomobil endüstrisi için o kadar da tehlikeli olmayacağı içerikli uzman tahminleriyle çelişiyor. Onlara göre; Alman üreticiler, ABD’ye ithal ettikleri 1.34 milyon arabanın sadece 470 bin Almanya’da üretmişlerdi. Gümrük cezalarının olumsuz etkilerinin ABD veya Meksika’daki üretim kapasitesini “artırarak” telafi edilebileceğini iddia ediyorlar.

ŞİMDİYE KADAR SADECE ÇALIŞMA

Trump yönetiminin şimdiye kadarki politikası tüm tehdit ve santajlara rağmen eski politikanın birkaç makyajla sürdürülmesi şeklinde oldu. Trump, şimdiye kadar AB ile sadece çatışma çizgisinde kaldı. Çin ile bile çatışma kontrol dışına çıkacak boyuta erişmedi. Bununla birlikte AB, artan ekonomik yavaşlama ve İngiltere’nin AB’den çıkışına ilişkin siyasi belirsizliğe bağlı olarak aslında daha büyük ekonomik risklerle karşı karşıya. Bunların arasında Washington’la olan ticari anlaşmazlık, AB’nin zaten kötü durumda olduğu bir döneme rasladığı için “en tehlikeli olanı”. İtalya zaten resesyonda, Almanya’nın küçülen sanayi sektörü bir de dizelli otomobiller nedeniyle emisyon düzenlemeleri ile uğraşıyor.  Mart ayı sonundaki düzenlenmemiş bir Brexit ise Avrupa içi ticareti “ciddi şekilde rahatsız edebilir”; Washington’dan gelen gümrük cezaları bardağın taşmasına neden olan son damlayı oluşturabilir.

Çeviren: Semra Çelik


SENATO ELİZE SARAYINI BENALLA ÜZERİNDEN HEDEFE ALDI

Lionel VENTURINI
Humanite

“Her şey nasıl da sarsılıyor”

Böylesi bir dil genelde Senato’da hiç duyulmaz, hele bir de Jean-Pierre Sueur (Sosyalist Parti) gibi bir senatörün ağzından hiç duyulmaz. Raporunu sunarken, Senato’nun Yasalar Komisyonu, (Cumhurbaşkanı) Emmanuel Macron’un eski çalışanı Alexandre Benalla hakkında dava açılmasının yanı sıra Macron’un en yakın çevresinin komisyona verdikleri ifadeler nedeniyle savcılığın devreye girmesini önerdi. Komisyon Başkanı Philippe Bas, Benalla ve yakın dostu Vincent Crase hakkında savcılığa başvurma talebinde bulundu. Komisyon Benalla’nın, Elize Sarayındaki “görevlerinin çerçevesi” ve “Cumhurbaşkanının güvenlik aygıtındaki rolü”nün yanı sıra diplomatik pasaportların kullanımı konularında “yalan ifade” verdiğinden şüpheleniyor. Senatörler, Elize Sarayının, 1 Mayıs vakasından sonra (Benalla’ya) ceza verdiğinden de şüpheli. Maaşı kesilmemiş, sadece ücretli izin döneminden kesilmiş. Aynı gün diplomatik pasaportunu yenilemiş, konut verilmiş ve (verildiği iddia edilen) ceza da büyük çelişkiler içeriyor.

Komisyon raporu, Saray’ın “sorumluluğu çoğu zaman başkalarının sırtına attığı”nı ortaya koyuyor. Birçok ifşalarda da bulunuyor. Örneğin (geçmişte) Benalla’nın, birçok defa silah ruhsatı için başvurması üzerine zamanın bakanı Arnaud Montebourg tarafından işten çıkartıldığı belirtiliyor.

Macron’un cumhurbaşkanlığının başından bu yana ortaya çıkan bu en gürültülü davanın merkezinde olan Benalla ve ortağı (Macron’un partisinden) Vincent Crase, adli denetime uymamaktan dolayı salı günü cezaevine atıldılar. Raportörlerin Senato başkanına gönderdiği mektuba göre, iki şahsın da Rus İskender Makmudov ile imzalanan özel güvenlik anlaşması konusunda yalan söylediklerinden şüpheleniliyor, zira Mediapart gazetesine göre, “Alexandre Benalla’nın, Elize Sarayında görevli olduğu dönemde söz konusu sözleşme müzakerelerine katıldı”. Bu sözleşme konusunda mali savcılık bir soruşturma başlattı.

İfadelerinde, “gerçekleri sınırlandırdıkları” belirtilen Elize Sarayının genel sekreteri Alexis Kohler’in, (Macron’un) kabine başkanı Patrick Strzoda’nın ve hatta Cumhurbaşkanlığı güvenlik grubunun şefi General Lionel Lavergne’nin isimleri geçiyor.

Savcılığa kararı, tüm grupların temsil edildiği Senato’nun idaresinin kararına bağlı. Komisyon, bir meclis araştırma komisyonunun önünde yeminliyken yalan söylemenin beş, hatta yedi yıl cezasının olduğunu belirtiyor. Philippe Bas, “1 Mayıs’ta ortaya çıkan meselenin artık buzdağının görünen yüzü olduğu anlaşıldığından vaka sınırları aştı” diye özetliyor meseleyi.

“Her şey nasıl sarsılıyor” sorusu “neden” sorusuna cevap vermiyor. İşte tam da burada Jean-Pierre Sueur bu görevliye yönelik aşırı hoşgörüye vurgu yapıyor, zira belirtilenlere göre Elize Sarayında kimse onun otoritesine karşı gelemiyormuş. İşte bu tür sözler onun doğrudan Cumhurbaşkanının kanatları altında olduğu söylentilerini güçlendiriyor.

Çeviren: Deniz Uztopal


İNGİLTERE: AYRILAN MİLLETVEKİLLERİNİN ÇIKIŞI, GEÇMİŞTE KALMIŞ SİYASETE ÖVGÜ YAĞDIRACAK NİTELİKTE

Owen JONES
The Guardian

Evet, uzatılmış bir balayı yaşıyorlar. Ancak 80’lerin SDP’sinin aksine bu hareket, zamanı yanlış okuyor.

Büyüyecek merkezi bir parti varsa o da Sosyal Demokrat Parti’ydi. Kurucu üyeleri siyasi devlerdi: Sadece 38 yaşında dışişleri bakanı olan David Owen, İşçi Partisi’nin en önde gelen kadınlarından ve eğitim bakanı olarak partinin siyasi yayınlarına önderlik eden Shirley Williams, hazine bakanı ve başkan yardımcısı, Avrupa Komisyonu başkanı ve bir zamanların geleceğinin lideri Joy Jenkins.

Ağırbaşlıydılar, entelektüel bir ağırlıkları vardı. 1981’in sonunda bir Gallup anketinde şaşırtıcı şekilde yüzde 50.5 destek aldıkları görülüyordu, Muhafazakarlardan ve İşçi Partisi’nden ışık yılı kadar ileridelerdi. Fakat bir yıl sonra SDP-Liberal ittifak ve siyasi realite çarpıştı. Parti herhangi bir parti için yeterli olabilecek yüzde 25.4’e ulaştı fakat bizim seçim sistemimizde ancak 23 milletvekili koltuk alabildi. Margaret Thatcher’ın Muhafazakarları 1979’a kıyasla neredeyse yarım milyon oy kaybetmiş olsa bile seçimde galip geldi ve İngiltere’yi berbat sosyal sonuçlara götürecek değişimleri gerçekleştirmekte özgür kaldı.

Yeni oluşan bir partiden ziyade sigorta firmasına benzer bir adı olan Bağımsız Grup, SDP’yi siyasi dehadaki bir prova gibi göstermeye çalışıyor. Hiçbir kurucunun ulusal itibarı yok, entelektüel birer kara delik gibiler ve tutarlı siyasi fikirlerden yoksunlar. İlk birkaç günleri kaosla geçti. Evet, uzatmalı bir siyasi balayı yaşayacaklar. Yeni hareket, seçmenlerin üzerinde ne isterlerse yapabilecekleri ve özellikle Brexit hakkında en kızgın olanların hayal kırıklıklarını ifade edebileceği bir deneme tahtası haline geldi. Tabi ki bu siyasi bir temel ilkenin tekerrür edeceği anlamına gelmiyor. Oy çoğunluğu sisteminde gelecek seçimin sonucu ya Muhafazakar ya da İşçi Partisi hükümeti olacak diye bir kural yok. 1980’lerdeki İşçi Partisi karşıtlarının tersine, bu grup tarihi bir yanılgı.

1970’lerde savaş sonrası demokratik anlaşma çökmekteydi. Kısmen petrol fiyatları sebebiyle tetiklenen ekonomik kriz sosyal krizi de tetikledi, buna yaşam standartları üzerine yapılan kitle eylemleri de dahil. Otuz senesini bir kriz ortamının oluşması durumunda tekrar güçlenmek üzere entelektüel bir zemin oluşturarak harcayan Yeni Sağ, krizi aşırı kolektivizm ve otoriter devletin sonucu olarak tanımladı. Milliyetçilikle beraber gözün açılması gerçek bir olaydı, çünkü İşçi Partisi demokratik kamu mülkiyeti yerine bürokrat yönetimini seçmişti. Etkili bir sol yayın organı olan Günümüzde Marxizm dergisi, “Yeni Çağ’da” endüstriyel işçi sınıfının yok olduğunu ve İngiltere nin “yeni bir çağı yaşadığını” anlayanın sol değil sağ olduğunu” yazmıştı.

Gerçekten de 1980’lerde İşçi Partisi trajik bölünmeler yaşıyordu ve siyasi konjonktürle bağlantılı radikal bir alternatif sunmaktan aciz durumdaydı. Thatcher ve onun bireyselciliği popülist bir cazibeye sahipti. 1983’te zafer kazandığında bunu 18-24 yaşları arasındaki seçmen arasındaki popülerliğiyle başardı. SDP ise savaş sonrası sosyal demokrat düzenin radikalleşmesini istemeyen kesim için bir havuz görevi gördü.

Şu anda piyasa liberalizmini değersizleştiren ekonomik krizin yaşam standartlarını düşürdüğü kendi “yeni çağ”ımızı yaşıyoruz. Sahip olmadığımız güvenliği talep ediyoruz, bunun sebebi konut krizi, yeterli maaşlı düzenli işlerdeki kıtlık, ya da kamusal hizmetlerin çözülmesi olabilir. Bu çağ, özelleştirme konusunda gerçekleri görme çağı değil. Anketler kamu mülkiyetine genel bir desteğin var olduğunu gösteriyor. “Zenginler için iyi olan şey herkes için iyidir” görüşü lime lime oldu, bu yüzden zenginlere daha yüksek vergiler konusunda kamu desteği önem taşıyor. Bu konu kamuoyunun gerçek merkezini oluşturuyor bu da aynı zamanda yeni grubun merkeziyetçi değil uç görüşlerin taraftarı olduğunu gösteriyor.

Bağımsız Grubun kurucuları “yeni çağ”ımız ile anlaşmazlık içindeler. Chuka Umunna zenginleri vergilendirme konusunda isteksiz. Chris Leslie refah kapitalizmini destekliyor ve çocuk vergisi kredisini iki çocukla sınırlandırmayı doğru buluyor. Taraf değiştiren muhafazakarların tümü kamusal hizmetlerinin özelleştirilmesi, engelli ve düşük ücretlilerin ödemelerinin kesilmesi, yatak odası vergisi, zenginlerin daha az vergi ödemesi ve harçların üç katına çıkarılması için oy kullandı. Anna Soubry taraf değiştirdikten sonra koalisyon hükümetinin harika bir iş çıkardığını söyledi ve kanaatkarlığın önemli bir erdem olduğunu belirtti.

Yeni grup, Cameron Clegg koalisyonunun dirilmiş hali gibi: sorgulamaya açık bir sosyal liberalizm soslu piyasa dogması. Umunna göçmen karşıtı retorikten haz alırken hareket özgürlüğüne bir son vermek için ortak pazardan çıkma çağrısında bulunuyor ve gayet sosyal yardım düşmanı bir tavırla Corbyn’in “çalışabilecek durumda olup çalışmak istemeyenlere daha fazla sosyal güvenlik ödemesi tesis etmek istediğini” iddia ediyor. Gavin Shulker eşit evililik için oy vermedi ve bunun LGBTQ bireylerde bir rahatsızlık uyandırması gerekiyor. Angela Smith beyaz olmayan toplulukları “komik renkli” olarak tanımlıyor. Taraf değiştiren muhafazakarlar, hükümetlerinin Windrush Skandalı’na sebep olan göçmen karşıtı gaddar politikalarını onaylıyor.

Eğer siyasette merkezi bir alan kayması için büyük bir arzu varsa neden iki ana partinin paylarının 2017’de son elli yılın en yüksek seviyesine ulaştığını cevaplamak zor. Aynı şekilde neden İşçi Partisi’nin 1945’ten beri en yüksek oy artışına ulaştığını ve liberal demokratların tarihi bir düşüş yaşadığını da. Bu durum İşçi Partisi’nden memnun olunduğu anlamına gelmiyor. Bir taraftan İşçi Partisi’nden antisemitizm (Yahudi düşmanlığı) konusunda daha kararlı adımlar beklerken diğer taraftan Corbyn ya da tüm partiyi antisemitik diye lekelemek çürütülebilir bir iddia. Parti, Brexit’in önem teşkil ettiği kalma yanlılarının oylarını cepte kabul edemez. Ayrıca partinin göç meselesinde geri adım atması de iç karartıcı bir durum.

Bu siyasi yapılanmanın uzatmalı bir balayı olduğunu düşünebiliriz. Fakat er ya da geç iki şey olacak: Öncelikle halk, Jacob Rees-Mogg’un haşin sağının hüküm sürdüğü bir muhafazakar hükümet ile zorlu bir Brexit ve kemer sıkma karşıtı bir İşçi Partisi hükümeti arasında seçim yapmak zorunda kalacak. İkincisi, yeni hareket siyasi ajanda konusunda açık olmak zorunda kalacak. Bu gerçekleştiğinde ise bir grup milletvekilinin kesinlikle yaşadığımız döneme aykırı durumda olduğu açığa çıkacak.

Çeviren: Güneş İspir

ÖNCEKİ HABER

Bursa’nın toprağında edebiyattan yana bir bereket var

SONRAKİ HABER

Eren Erdem'e kendi yazdığı kitap verilmedi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa