57. Alay dünyanın en kahraman birliği unvanına sahip bir birliğimizdir.49 subay,3480 er ve erbaşın tamamı peyderpey şehit olur. Alay komutanı Yarbay Hüseyin Avni Bey (Arıburun) şehit olur. Sonra Elbistanlı Yarbay Şevki Bey (Şimşek) şehit olur. Ondan sonra Ispartalı Binbaşı Ömer Fevzi Bey şehit olur. Ondan sonra yüzbaşı, üsteğmen ve teğmenlerde şehit olurlar. Bakınız rütbeler küçülüyor. Alayda rütbeli asker kalmaz. Ve en son alay komutanı Konyalı Hasan Fehmi Bey alay imamı komutandır. En rütbeli odur. Alayın hem imam hem de en yaşlısıdır.
Değerli Gönül Dostlarım!

57. Alayın en son askeri şehit olmadan evvel alay sancağını bir ağacın dalına asar ve ondan sonra şehit olur. Sancak bir birliğin namusu ve şerefidir. Avustralyalılar gelirler ve sancağı ağacın dalında bulurlar. Sancağı alırlar ve Avustralya’nın Melbourne Müzesine götürürler ve sancağın altına şu notu yazarlar." Bu alay sancağı Gelibolu Savaş alanından getirilmiştir. Ama esir edilememiştir. Çünkü Türk ordusunun milli geleneklerine göre bir alayın sancağı, alayın son eri ölmeden teslim edilmez. Bu sancak, son muhafızının da altında ölü olarak yattığı bir ağacın dalında asılı olarak bulunmuştur. Bu sancağın altından saygıyla geçiniz’’.

Alayın birinci taburu 21 Nisan 1915 savaşın ilk günü saat 10 buçukta çatışmaya girer, aradan sadece dört buçuk saat geçmiştir. Birinci tabur komutanına derler ki taburunu geri topla, yıprandı. Birinci tabur komutanı taburunu geri toplar ve ne görsün kü? Savaşta sadece dört buçuk saat geçmiştir ti saat öğlenden sonra üç. Çatışmaya girdiği saat on buçuktu. Dört buçuk saat taburunu toplar ki ne görsün? Dokuz yüz askerinden sekiz yüz yirmi askeri şehit olmuştur. Sadece seksen askeri kalıyor. Tabur komutanı bu hadise üzerine aklını yitiriyor.

Değerli Gönül Dostlarım!Kitaplarda yazmayan bir hadiseyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Alay komutanımız Hüseyin Avni Bey şehit olmadan birkaç gün önce çadırına iki esir gelmiştir. Esirler tir tir titrer. Birinin üzerinden tabanca, bir dürbün, birde Hıristiyanların kutsal kitapları saydıkları İncil çıkar. Alırlar bir kenara koyup zapt ederler. Ve Alay komutanımız bu iki esire misafir muamelesi uygulatır. Onlar ise bizim esir düşen Mehmetçiğimize nasıl muamelede bulunmuşlar? Bunu Avustralyalı gazeteci Charles Bean'in günlüğünden öğreniyoruz. Sekiz buçuk ay Çanakkale cephesinde olayları not etmiş bir gazeteci. Önemli olayları yazmasına rağmen binlerce sahife evrakla dönmüş cepheden. Bu notlardan birisinde şöyle yazıyor.’’9 Ağustos 1915 günü idi. İngilizler ve Avustralyalılar, içinde yüz Türk ve iki Alman esiri hayvan ağılından esir kampına çevirdikleri yerde tutuyorlardı. İngilizlerle bizim Avustralyalı askerler ağılın etrafına benzin ve gaz yağı dökerek ateşe verdiler. Dev alevler arasında kalan esirler bulundukları yerin en uç köşesine biriktiler ama kendilerini bekleyen acı akıbetten kurtulamadılar. Bu manzarayı izleyip de gülüşenler arasında İngilizler de Avustralyalılar da vardı. Esirlere yapılan bu muamele, insanın yüzünü kızartacak derecede. Oysa bildiğimiz kadarıyla Türkler, esir düşen asker ve subaylarımıza olağanüstü iyi davranıyorlar. Bu hali şahit olunca insanlığımdan utandım. Çünkü iki gün önce yine böyle bir olay yaşanmıştı’’ diyor.

Bizim komutanımız onların iki askerine çadırında misafir muamelesi yapınca şımardılar. Bu iki esirden biri o kadar ileri gider ki, alay komutanının etrafında dönüyor ve tepeden tırnağa inceler. Ama alay komutanımız dilini bilmediği için neden böyle yaptığını soramaz. Bu esirleri önce İstanbul’a sonra Melbourne gönderilir. Aradan otuz sene geçer.

Sene 1945.Gelibolu yarımadasındaki savaş alanlarını gezmek yasaklanmış. Yasak etmişler. Savaşın bitiminden 1953’e kadar yani otuz sekiz sene yasak edilmiş. Aradaki bağ kopmuş. Otuz sekiz sene iki nesil demektir. O bağ kopunca ötekileştirmişler bizi. Alevi, Sünni, Çerkez, Laz, Yörük, Göçmen, Kürt, Türk. Fark olmuş işte böyle. Farklılıklarımızın zenginliğimiz olduğunun bile anlayamamışız. Otuz sekiz sene dedelerimiz ziyaret edilememiş. Ama daha  beterini de yapmışlar. Köylülere, savaşın gerçekleştiği tarlaları ekin biçin demişler. Ekip sürer biçerken şehitlerimizin kemikleri param parça olmuş. Ve top mermileri, top namluları, top sehpalarını, bulduklarınızı hurda fiyatına satın demişler. Deste deste paralara, buldukları tarihimizi hurda fiyatına sattırmışlar. Tarihimizin katline seyirci olmuşlar. Onlarda satmış.Belli başlı hatıranın dışında pek çok şey yok edilmiş.
Sene 1945’te iki esirden biri hanımına derki;Hanım, otuz yıl geçti.Şu Çanakkale’yi hiç unutamadım. Otuz yıl içerisinde bu esir ettiğimiz asker, savaş meydanında ne geçti ise çocuklarına bu hatıralarını nakleder. Bir komutan vardı. Bizi çadırında şöyle esir etti. Bize misafir perver davrandı.Anzak askerinin ailesi, 57. Alay komutanımız olan Yarbay Avni beyi gıyabında tanıyor.

Çanakkale’ye gelirler. Savaş alanını gezmek yasaklanmıştır. İzin alınması lazım. İzin alınan kimseye dikkat.Tekin Arıburun.Arıburnun’dan soyadını almış.Kim O biliyormusunuz?Şehit olan komutanımızın oğlu.Otuz sene evvel çadırında esir olduğu komutanımızın oğlu.Oğlundan izin istiyor.Ama esir eden komutanın oğlu olduğunu bilmiyor.Sonradan Hava Kuvvetleri Komutanlığı yapmış olan Orgenaral Tekin Arıburun Paşa.Onlara derki;Ben size üç gün izin vereceğim.Gidin gezin ama sizden  bir isteğim var.Üç gün sonra Ankara’ya gelin.Misafirim olun.Bir kahvemi için.Benim babamda Çanakkale şehididir der.

Adam sözünü tutar. Ziyaret bittikten sonra Ankara’ya Paşayı ziyarete gelir. Tekin Arıburun Paşa'nın evinde kahve içecektir. O anda bir bakar ki; Tekin Arıburun paşa mutfağa kahve almaya giderken yaşlı Anzak hanımını dürterek duvardaki resmi gösterir. Bak hanım! Size otuz yıldan beri anlattığım adam. İşte bizi çadırında esir eden komutan buydu, bu o’nun resmi diyor. Otuz sene önceki Hüseyin Avni Beyi askeri üniformalı resmiyle hemen tanıyor.

Tekin Arıburun paşa İngilizce bildiği için bu meseleyi duyunca hemen meseleyi anlar. Tekin Arıburun paşa mutfaktan kahve getirmeyi bırakıp yan odaya gider. Bir dürbün, bir silah ve bir İncille gelir. Sehpanın üzerine koyunca yaşlı Anzak’ın gözleri yerinden fırlayacak şekilde heyecanlanır. Yahu bunlar benim malzemelerim. 

Tekin Arıburun paşa bunlar senin biliyorum. Yaşlı Anzak nereden biliyorsun? deyince;
57. Alay şehit olmadan evvel emanetleri öyle devretmişler ki, kendilerinden sonra gelenlere net bilgilerle sonra gelenlere aktarılmış. Tekin Arıburun Paşa’ya bu olay anlatılmış ve malzemeler teslim edilmişti. Babanın çadırına iki Anzak askeri esir edildi. Esirin birinden bu emanetler çıktı. Tir tir titriyorlardı. Bu esirlerden birisi babanı baştan aşağıya süzüyordu diye anlatılmıştı.
Tekin Arıburun paşa diyor ki; İnanıyorum ki bunlar senin. Ama sana bir şey sormak istiyorum.
Anzak sor bakayım der. 

Tekin Arıburun Paşa; Babamın çadırında neden tir tir tiriyordunuz bana söylermisin? deyince.
Anzak’tan gelen cevap müthiş. ‘’İngilizler bize Türkleri öyle anlattı ki; Türkler barbardır, yamyamdır, insan eti yerler. Korkuyorduk çadırda bizi Türkler ne zaman yiyecek diye. Ondan titriyorduk’’.

Tekin Arıburun paşa demiş ki; Biriniz tepeden tırnağa babamı süzüyormuşsunuz. O neden?
Anzak ne desin? İngilizler bir defasında şöyle dediler. Türkler kuyrukludur. Babanın kuyruğu nerde ona bakıyorduk. Bizi kuyruklu diye anlatmışlar.

Biz mükemmel bir milletiz. İnsan eti yemeyiz. Ve bir bütünüz, et tırnak gibi. Biz mükemmel bir mozayikiz. Şucusu bucusu yok bu işin.İşte hepsi din,namus,vatan ve bayrak için şehit oldular.

Yüce Mevlam’dan niyazım, Çanakkale başta olmak üzere tüm şehitlerimize gani gani rahmet eylesin. Bizleri de şehitlerimize layık nesiller olmayı nasip eylesin.Birlik ve beraberliğimizi daim eylesin.Böyle acılı imtihanlarla bizi ve ümmeti Muhammedi imtihan eylemesin. Âmin…