06 Nisan 2020 00:55
Son Güncellenme Tarihi: 06 Nisan 2020 04:30

5-T stratejisi uygulansın: Test, temaslı takibi, tecrit, tedavi ve temel gelir

TTB Halk Sağlığı Kolu Başkanı Prof. Dr. Nilay Etiler salgının kontrol stratejisinde test, temaslı takibi, tecrit, tedavi ve temel gelir talebinin hayata geçirilmesi gerektiğini dile getirdi.

Prof. Dr. Nilay Etiler

Paylaş

Vural NASUHBEYOĞLU
İstanbul

Koronavirüs salgını tüm dünyayı tehdit etmeye devam ediyor. Türkiye’de de  virüs nedeniyle can kaybı ve hasta sayısı her geçen gün artıyor. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Halk Sağlığı Kolu Başkanı Prof. Dr. Nilay Etiler ile salgının Türkiye’deki seyrini, yapılmayanları ve yapılması gerekenleri konuştuk. 

Sağlık Bakanlığı’nın şeffaf olmadığını ve testler konusunda çok zaman kaybettirdiğini belirten Prof. Dr. Nilay Etiler, gelinen noktada en etkili müdahalenin maaşlı çalışanlara ücretli izin, yevmiyeli çalışanlar için ise temel bir gelirin sağlanması olduğunu söyledi. 

Salgının kontrol stratejisinde 4 temel madde olduğunu ifade eden Prof. Dr. Etiler “Test, temaslı takibi, tecrit ve tedavi. Biz bu dört maddeye emekçilerin temel gelir talebini de eklemeliyiz" diyor. Çünkü “kişiler arası teması azaltmak” gerekiyor ve bunun için de üretim zorunlu alanlar dışında durdurulmalı ve 'tam kapanma' startejisi uygulanmalı. "Üretim devam ederse bunun sonu emekçiler ve ailelerin kırılması olur” uyarısında bulunan Etiler, koronavirüs salgınının, neoliberal sağlık reformlarının ne kadar işe yaramaz olduğunu da gösterdiğini vurguladı.

Türkiye’de ilk koronavirüs vakasının görülmesinin üzerinden 20 günden fazla bir zaman geçti. Vaka ve ölüm sayısı her geçen gün artıyor. Bu süre içinde hükümetin salgınla mücadelede izlediği yolu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce nasıl bir yöntem ve strateji uygulanmalıydı?

Aslında süreci 20 gün ile değerlendirmemek gerekir, çünkü Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 21 Ocak’ta Küresel Sağlık İçin Acil Durum ilan etti. Basından öğrendiğimiz kadarıyla Sağlık Bakanlığı’nın bu aşamadan sonra bir takım çalışmalar ve hazırlıklar yaptığını biliyoruz, örneğin bir Bilim Kurulu oluşturdu. DSÖ’nün küresel pandemi ilan etmesiyle Türkiye’de vakaların ortaya çıkması da hemen hemen aynı tarihe denk geliyor.

Sağlık Bakanlığı’nın çalışmalarının yeterli olup olmadığını değerlendirebilmemiz için öncelikle ne yaptıklarını bilmemiz gerekir. Oysa biz uzun yıllardan beri Sağlık Bakanlığı’nın çalışmalarından haberdar değiliz, kamuoyuyla paylaşmak istedikleri bilgileri paylaşıp, geri kalanını vermiyorlar. Örneğin biz illere göre aşılama oranlarını da uzun süredir bilmiyoruz. Demek istediğim şeffaflık söz konusu değildi zaten pandemi başladığında. Ama özet olarak şunu söyleyebilirim, kamuoyuna verilen mesaj, her şeyin kontrol altında olduğu, Bakanlığın konuyla ilgili hazırlık yaptığı yönündeydi.

Vakaların Türkiye’de ilk görülmeye başlandığı günlerde, Sağlık Bakanlığı Ankara’da kurduğu kendi laboratuvarında test yapmaya başladı, sonra iş çığırından çıkınca laboratuvar sayısı artırıldı. Bu Türkiye’ye çok zaman kaybettirdi.

BOL MİKTARDA TEST YAPILMALIYDI

Oysa biz şunu en başından beri biliyorduk, bu etkenle enfekte olan kişilerin en az yüzde 80’i hafif belirtiler ile ya da belirtisiz olarak hastalığı geçiriyor. Bu durumda yapılması gereken şey bu kişilere ulaşmak, yani bol miktarda test yapmak. Oysa Bakanlık, sanki çok vaka tespit edilirse bu bir başarısızlık olur düşüncesine sahipti. Şunu hissediyorduk, sadece Bakanlık değil hükümet olarak sanıyorum ki “Pandemi bizi teğet geçti” cümlesini kurmak istiyordu. Oysa vaka sayısından korkmamak gerekir, vaka sayısının çok olması başarısızlık değil tam tersine başarıdır ve salgının toplumda yayılmasının önlenmesinde anahtar bir öneme sahipti. Bakanlık, bir süre sonra bunu kavradı ama bu bizim için zaman kaybı anlamına geliyor.

PANDEMİ KURULLARINDA TİCARET VE SANAYİ ODALARI VAR, TABİP ODASI YOK!

TTB’nin ve sağlık sendikalarının ısrarla Bilim Kurulu’na ve salgınla mücadele sürecine dahil edilmemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yukarıdaki soruya yanıtın bir devamı olarak, diğer bir hata, salgın yönetimi sürecine konunun taraflarını katmama ısrarıdır. Bilim Kuruluna davet edilmelerini beklemiyorum ama illerdeki pandemi kurullarında mutlaka olmalılar. Sağlık çalışanlarının örgütleri olan Türk Tabipleri Birliği, sağlık emekçilerinin sendikaları -ki hem kamuda çalışanlar hem de taşeron sağlık çalışanları için- ilk olarak dahil edilmeliydi, hala da geç kalınmış değil. Ama bakıyorsunuz illerdeki pandemi kurullarında ticaret odası var, sanayi odası var ama tabip odası yok. Bu da AKP iktidarının temel niteliğini gösteren bir bulgu.

HÜKÜMETİN STRATEJİSİ VAKA SAYISINI AZALTMAK DEĞİL ZAMANA YAYMAK

Türkiye’de salgının geldiği noktada yapılması gereken en etkili müdahale nedir sizce?

Geldiğimiz noktada yapılacak en etkili müdahale maaşlı çalışanlara ücretli izin sağlanması, yevmiyeli çalışanlar için ise temel bir gelirin sağlanmasıdır. Neden bunu savunuyorum: COVID-19 salgının kontrol stratejisinde 4 tane madde var; ilki çok sayıda test ile enfekte kişilerin saptanması, ikincisi temaslı takibi, ki en fazla risk altında olanlar temaslılar, vakaların çoğu temaslılardan çıkıyor. Üçüncüsü temasın azaltılmasıdır; burada kişiler arasında güvenli bir mesafe olması, ayrıca enfekte kişinin izolasyonu, risk altındakilerin ayrılması (tecriti) olarak düşünülebilir. Dördüncüsü, vakaların tedavisi. Bunları hastalığın kontrolü için 4-T stratejisi olarak özetliyorlar. Ancak burada kişiler arası teması azaltmak için gerekli bir şey daha var, o da ücretli izin ya da temel gelir talebini eklemeliyiz. Dolayısıyla biz emekçiler olarak 5. bir T yani “Talepler”i ekleyebiliriz.

Yaşlıların enfeksiyon etkeni ile karşılaştıklarında yaşamlarını yitirme riskinin fazla olduğu biliniyor. Bir süreden beri 65 yaş üzeri kişilerin evden çıkması engellenmiş durumda. Cuma günü buna 20 yaş altı da eklendi. Tüm bunlar toplumsal hareketliliğin kısıtlanması için yapıldı. Hizmet sektöründe çalışanların bir kısmı çalışmaz durumdalar ancak fabrikalarda üretim devam ediyor. Böylece Türkiye’nin salgın yönetimi stratejisinin, ekonomik olarak inaktif nüfus gruplarını eve kapatarak salgını kontrol altına almaya çalıştığını anlıyoruz. Ama bu vaka sayısını azaltmayacak sadece zamana yayacaktır. Buna ‘hafifletme stratejisi’ deniyor. Bu stratejiyle toplam vaka sayısında azalma olmayacak, tahminlere göre etken toplumun yüzde 70’ine ulaşacak, ancak bu yük zamana yayıldığı için sağlık hizmetleri bu yükü tolere edecek ve ölüm sayıları, hiçbir şey yapmayan toplumlardan daha düşük olacaktır.

Oysa yapılması gereken, ‘tam kapanma’ diye adlandırılan, zaruri üretimlerin dışında tüm üretimin durdurulduğu bir strateji olmalıdır. Bunu DİSK-KESK-TMMOB-TTB’nin açıkladığı 7 talepte de görüyoruz; işten çıkarmalar yasaklansın, ücretli izin verilsin. Yani salgının sona ermesi için alınacak önlemin ekonomik ve sosyal faturası çalışana kesilmesin.

Neden bunu savunuyorum? Çalışma yaşamındaki kişiler çoğunlukla genç-erişkin ve sağlıklı bireylerden oluşur, bu kişilerin etkenle karşılaştıklarında hafif belirtiler ya da belirtisiz geçirme olasılıkları fazladır. Ancak bu durumda da enfeksiyonu yayarlar, yani taşıyıcı diye adlandırılan kişilerdir. Toplumun olabildiğince tamamının hareketinin sınırlandırılmadığı bir durumda bu salgınla baş edemeyiz, toplumda her bir bireye ulaşana kadar devam eder ve büyük boyutta bir can kaybıyla tamamlarız bu salgını. Üstelik bilim insanları, salgının süresinin uzamasıyla virüsün mutasyona uğrama olasılığından bahsediyor; yani daha dirençli olarak karşımıza çıkabilir, daha önce hastalığı geçireni tekrar hasta edebilir anlamına geliyor bu. Virüsün yayılımının durdurulması için 3 veya 4 haftalık bir kapanma gerekiyor.

BUNUN SONU EMEKÇİLER VE AİLELERİNİN KIRILMASIDIR

Peki, Hükümet neden tam kapanma yapmıyor?

Bu kısım benim alanıma girmemekle birlikte, sıradan bir vatandaş olarak şunu görebiliyorum: Üretim, ihracat, ekonomik büyüme... Bugün fabrikalarda korona virüsünün dolaştığını biliyoruz artık, daha geçen gün bir işyeri hekimi COVID-19 nedeniyle yaşamını yitirdi, pek çok fabrikada işçiler arasında pozitif vakalar artıyor. Her ne kadar gençleri ve yaşlıları eve hapsetseniz de dışarda etken dolaşıyor ve çalışanlar ile evlere giriyor. Bunun sonu emekçiler ve onların ailelerinin kırılmasıdır. Ne için? Üretim devam etsin diye... Yani sermaye için!

Eğer insanlar arası temasın kesilmesi gerekiyorsa, toplumun zorunlu mal ve hizmetleri dışındaki her türlü çalışma faaliyetinin durması, bunun ücretli izin veya temel gelir sağlanarak olması gerekiyor.

10 Mart’tan bu yana Türkiye’deki koronavirüs tablosu bize ne söylüyor?

Sağlık Bakanlığı vaka olarak sadece test sonucu pozitif olanları kabul ediyor. Halbuki klinik belirtileri olup testi negatif olan ya da akciğer görüntülemesi tipik olarak COVID-19 ile uyumlu olan ve bu nedenle tedavi alan kişiler var. Sadece test sonucuna göre vaka kabul edildiği için açıklanan sayılar salgının gerçek boyutunu göstermiyor.

İSTANBUL’A DAHA RADİKAL ÖNLEMLER LAZIM

Birçok ülkenin nüfusundan daha büyük olan İstanbul’daki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? İstanbul için önerileriniz ne olur?

İstanbul’a özel olarak, daha radikal uygulamaları savunuyorum. Yukarıda bahsettiğim gibi sokağa çıkmanın kısıtlandığı, belli izinlerle belli durumlarda çıkılabildiği, tabi ki toplumun gereksinimini karşılayacak (fırın vb.) işyerlerinin dışında tüm işyerlerinin kapatıldığı bir kapanmadan bahsediyorum.

SAĞLIK OCAKLARI ÖRGÜTLENMESİ OLSAYDI HER ŞEY FARKLI OLURDU

Koronavirüs salgınının piyasacı ve kar odaklı sağlık sistemlerinin çöktüğünü gösterdiği değerlendirmelerine katılır mısınız? Sizce çıkış yolu nedir, nasıl bir sağlık sistemi gerekli?

COVID-19 pandemisi, neoliberal sağlık reformlarının ne kadar işe yaramaz olduğunu gösterdi diye düşünüyorum. Çünkü sağlığı bir piyasa malı olarak gören bir yaklaşımın böylesi salgın durumlarında hiçbir işlevi olamaz.

Eğer bu pandemi sırasında birinci basamak sağlık hizmetlerimizde sağlık ocakları olsaydı herşey çok daha farklı olurdu. Çünkü sağlık ocakları kendi bölgelerine hakimdi, kapı kapı kimin ne sorunu olduğu bilgisine sahipti, çünkü bunu takip ediyordu. Bu pandemi sırasında aile sağlığı merkezlerinin gösterdiği çaba ve katkı da çok değerli, şu anda belki de en önemli işi yapıyorlar. Ama ne yazık ki aile hekimliği sistemi diye kurdukları sistem bu işin altından kalacak bir örgütlenme biçimi değildir. Bu pandemi sırasında aile sağlığı merkezlerinin yaptıkları da aslında sağlık ocaklarında rutin olarak yapılan işlerdir. Eğer güçlü bir birinci basamak diyorsanız toplumuna, bölgesine hakim olan, rutin hizmetiyle bunu gerçekleştiren ve ekip olarak uyum içinde çalışan bir birinci basamaktan bahsedilmeli, bugün olduğu gibi Dünya Bankasının size reform paketi içinde sunduğu şey değil.

Diğer yandan Sağlık Bakanlığı’nın çok değerli uzmanlarının bulunduğu bir bulaşıcı ve salgın hastalıklar dairesi vardı, 2003’te AKP’nin iktidara gelmesinden sonra bu uzmanlar ya emekli oldu ya da başka birimlere geçti, kısacası bu bilgi birikimi ve deneyim dağıtıldı. Sağlık Bakanlığının değişen örgütlenme şemasında yok oldu gitti.

Bakın, bugün Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca’nın içinde bulunduğu sıkıntıyı hepimiz görüyoruz. Peki, neden böyle? Çünkü sağlık reformu diye inşa edilen yeni sağlık sistemi tedavi edici hizmetleri önceleyen bir sistem, koruyucu sağlık hizmetlerini önceleyen bir sistem değil.

ÖNCEKİ HABER

What does the mirror held by the coronavirus say? Looking three dimensionally, it says “socialism.”

SONRAKİ HABER

Yunanistan sendikaları: İşçi ve emekçilerin hakları karantina altına alınamaz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa