Dolar (USD)
32.51
Euro (EUR)
34.93
Gram Altın
2434.89
BIST 100
9791.99
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

03 Mart 2021

28 Şubat'ı nasıl anmalı?

28 Şubat’ın üzerinden 24 yıl geçti.

Yıldönümünde 28 Şubat’ı konuşurken çeyrek yüzyıla yaklaşan bir mesafeden daha serinkanlı bir değerlendirme yapılabilir diye düşünüyorum.

28 Şubat dönemine ait haber kronolojisine ilgi duyanlar için mebzul miktarda yayın, kayıt, bilgi ve belge mevcut. Onun için kronolojinin tekrarı bu yazının konusu olmayacak.

28 Şubat ile ilgili anıyor görüntüsü içerisinde dikkatimizi çeken bazı hususiyetler var.

28 Şubat’ı, hedef aldığı toplumsal kesim ve aktörlerle özdeşleştiren, dolayısıyla 28 Şubat’ın toplumun tüm kesimleri için ortaya çıkardığı maliyeti ne dile getiren, ne de dile getirmeyi aklına getiren, bu nedenle neredeyse bir “Bizim 28 Şubat’ımız” türünden 28 Şubat’ı kişiselleştiren bir dil var.

Bu dilin 28 Şubat’ı toplumun pek çok kesimi için “okunaksız” kıldığını söyleyebilirim. Zaten birbirine kulak kesilmekten bihaber, mahalle mahalle bölünmüş bir toplumsallık içerisinde olduğumuz gerçeği orta yerdeyken 28 Şubat’ı kişiselleştiren bir dil en başta 28 Şubat’ı anlamanın önüne çekilen bir set işlevi görmektedir.

28 Şubat darbesinin dindar kitleleri, bilhassa başörtüsü üzerinden dindar kadın kimliğini hedefine aldığı doğrudur. Ancak 28 Şubat, başörtüsü düşmanlığına indirgenemeyecek kadar kökü mazide olan kurgusu ve mantığı itibari ile esasen kamusal alanı toplumun aleyhine bir şekilde tanzim ederek resmi bir diskur ile sivil olanı / alanı berhava eden ve toplum mühendisliğinin en kaba örnekliği ile devletin toplumu adam etme gayretkeşliğinin müşahhas bir örneğidir esasta.

Dolayısıyla dindar-muhafazakâr kesimin kendi acı hatıralarını paylaşmakla birlikte 28 Şubat’ı, bu topraklarda kök salmış ve belli bir sürekliliği olan devlet-toplum ilişkisinin benzer darbelerden farksız biçimde, esasta toplumun tüm kesimlerinin özgürlük ve bireyselliklerine ne türden bir saldırı hamlesi olduğunun altını özenle çizmesi gerekiyor.

Bu yapılmadığı takdirde 28 Şubat, muhafazakâr-dindar kitlenin deneyimlediği bir badirenin adı olarak kalacak. Bu ise en başta 28 Şubat’ın mağdurlarına büyük haksızlık. Öte yandan tek boyutlu bir 28 Şubat okumasının topluma ait olanı gasp etmesi yönü ile toplumun tüm kesimlerinin ittifakla lanetleyerek otorite nezdinde ergin ve reşit kabul edilmeyen toplum hüviyetine itiraz etme potansiyelini zayıflatmaya dönük bir işlevi var. Böyle bir zayıflama, neticede yine toplumun kaybetmesinden başka bir anlama gelmemektedir.

28 Şubat’ı böyle bir anlatının içinde düşündüğümüzde, konuştuğumuzda, tartıştığımızda bir anlamı olacaktır. Yoksa tarihsel bir kesit, bir tür fragman olarak tüketilecektir. Kuşkusuz 28 Şubat’ı bu tür anlatının içinde anmanın sorumluluk yükleyici olduğunu da görmemiz gerekir.

Hangi dönemde olursa olsun bir kimliğin diğer tüm kimlikleri yok sayan bir tahakküm şemsiyesine dönüşmesine karşı çıkmak toplumsal varoluşumuzun tüm biçimleri ile eşit düzeyde iletişime ve etkileşime açık olmak bu türden bir sorumluluktur. Dolayısıyla 28 Şubat’ı hakkıyla anabilmek de bu hat üzerinde gözetilmesi gereken asgari bir tutarlılık ile yakından ilgilidir.