Salgın çok boyutlu bir sorun olarak tüm dünyayı etkilemeye devam ediyor. İşin sağlık boyutu salgın hastalığın kendisi ile sınırlı değil. Önemli konulardan biri de COVID-19 dışı hastalıkların takip ve tedavisinin nasıl yapıldığı.

Dünyada önde gelen ölüm sebepleri kalp-damar hastalıkları ve kanserlerdir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) COVID-19 salgınının doğrudan ölümlerin yanında, dolaylı olarak diğer hastalıklara bağlı ölümleri de artırabileceğini belirtiyor. Kaynakların salgını kontrol altına alabilmek için ayrılmasından, ekonomik zorluklara, insanların güvenli sağlık hizmeti alamayacakları endişesine kadar ertelenemez sağlık hizmetlerini aksatan bir dizi sorun ortaya çıkıyor. DSÖ bunu azaltabilmek için zorunlu sağlık hizmetlerinin yürütülmesine yönelik rehberler yayınladı. Bu rehberlerde ülkelerin bazı temel hazırlıklar çerçevesinde kendi koşullarına, sağlık ihtiyaçlarına göre düzenlemeler yapması gerektiğine işaret edildi.

Konu hakkındaki bilimsel yayınlarda da öncelikliler sayılıyor ve sağlık hizmetlerinin buna göre organize edilmesinin önemi vurgulanıyor. Bunlar içinde ana-çocuk sağlığı ve aile planlaması hizmetleri, kanser tedavileri, kalp-damar hastalıkları, psikiyatrik hastalıklar, madde kullanımı, acil cerrahi hizmetleri, sıtma, tüberküloz gibi bulaşıcı hastalıklar, beslenme bozuklukları ve sağlık eğitimi yer alıyor. Kronik hastalıkların takibi çok önemli.

Peki, bu gerçekler ışığında Türkiye’de durum ne? Kent merkezlerinde, kolay ulaşılabilir önemli hastanelerin kapatılıp çürümeye bırakılması salgında bu hastalıkların takip ve tedavisini nasıl etkiliyor?

TÜRKİYE’DE ARTAN ÖLÜM SAYILARININ İŞARET ETTİKLERİ

TTB’nin salgının 11. ayını değerlendiren raporunda Halk Sağlığı Kolu’nun derlediği veriler geçtiğimiz yıl Türkiye’de ölüm sayılarında dikkat çeken artışa işaret ediyor. Buna göre nüfusun yüzde 35,6’sını oluşturan 10 ilde 15 Mart 2020-31 Aralık 2020 tarihleri arasında son 3 yıl ortalamasına göre 36 bin 549 fazladan ölüm gerçekleşti. 2015-2019 döneminde ortalama 889 bin olan ülkedeki nüfus artışı 2020’de 657 bin olarak gerçekleşti. Yine önemli bir veri, 1950’den önce doğanların nüfusundaki azalma önceki yılların ortalamasına göre 2020’de yaklaşık 72 bin kişi daha fazla oldu.

TÜİK’in 2020 yılı detaylı doğum ve ölüm istatistikleri henüz yayınlanmamış olmakla birlikte, eldeki verilerle önceki yıllara göre yaklaşık 90 bin yurttaşımızın fazladan hayatını kaybettiği belirtiliyor. Aynı dönemde COVID-19 nedeniyle yaşanan can kayıpları resmi rakamlara göre 20 bin 881. Doğrudan salgın hastalık nedeniyle gerçekleşen can kayıplarının sayısındaki tereddütler bir yana, diğer hastalıklara bağlı ölümlerde de artış olduğunu düşündüren verilerle karşı karşıyayız.

Bu bulgular gerek DSÖ’nün ve bilim çevrelerinin uyarılarını, gerekse meslektaşlarımızın geri bildirimlerini doğrular nitelikte. Hayati önemde rahatsızlığı olanlar salgın hastalık endişesiyle hastalıkları ilerlemiş olarak hekime başvuruyor, kimi zaman sağlık hizmetine erişimde güçlükler yaşıyor. Devlet ve üniversite hastanelerinde servis ve yoğun bakım yatakları büyük oranda COVID-19 hastalarına ayrılmış durumda, diğer hastalar imkânları varsa özel hastanelere gidiyor, olmayanlar çoğunlukla sağlık hizmetlerini erteliyor.

Kapatılan devlet hastaneleri açılmış olsaydı bu ölümler azalır mıydı? Neden olmasın? Yurttaşlarımızın endişe duymadan, kolay erişerek, güvenle sağlık hizmeti almasının etkili bir yolu bu hastanelerimizin doğru planlamayla yeniden sağlık hizmetlerine kazandırılmasıdır.

HASTANELERİMİZİ AÇIN

Ankaralılar kurdukları Hastanemi Açın Platformu üzerinden aylardır haykırıyorlar, ne kadar haklı olduklarını veriler ve uluslararası kurumların rehberleri gösteriyor. Ankara Numune Hastanesi, Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi gibi Türkiye’nin dört bir yanında kapatılan otuza yakın hastanemizin açılması gerekiyor.

Aksi takdirde daha iyi organizasyonla önlenebilecek can kayıplarının sorumluluğu bu çağrılara kulak vermeyenlerde olacak.