1957 Seçimleri: Oy verilirken sonuçları radyodan ilan edilen usulsüz bir seçim

''Menderes'i o geceki kadar üzgün ve sinirlilik içinde görmemiştim. Saçları dağınıktı. Yüzü sararmıştı. Fatin Rüştü Zorlu bir aralık yanıma geldi. Bak Samet Bey, dedi, Adnan Bey, mağlup bir kumandana ne kadar benziyor, üstünde sadece üniforması eksik.''

Aytek Soner Alpan

1957 seçimleri Demokrat Partinin (DP) herkes için eski "pırıltısını" kaybetmeye ve düpedüz sallanmaya başladığı bir dönemde gerçekleşti. 1950'lerin başındaki demokrasi, özgürlük ve refah vaat eden, hatta bu şekilde çeşitli sol entelektüelleri de peşine takmış Demokrat Parti, kısa sürede dikta rejimini aratmayan uygulamaları hayata geçirir olmuştu. Üstelik ekonominin motoru teklemeye başlamış, Türkiye tarımda ithalatçı durumuna düşmüş, ABD'den buğday ithal etmek zorunda kalınmıştı. Bu dönemin ekonomik açıdan özeti, Korkut Boratav'ın deyişiyle, "plansız-programsız, günü gününe yönlendirilen" bir ekonomidir.

DP'nin aldığı gündelik ve etkisiz ekonomik tedbirlerin yanında esas güvendiği ABD yardımlarıdır. DP yanlısı Ali Dayı isimli mizah dergisi 1955'te bu durumu şöyle resmetmiştir:

Amerikan: Bu güzel yurdu ancak böyle sarı sarı altınlarla sulamalı ki, her taraf cennet bağı gibi olsun.

Ali Dayı: Ha şunu bileydin dostum, biz de bunu bekliyoruz zaten!.. Kaynak: Silverman

DP DİKTASI: "KOMÜNİST BİRLİKLER KARDEŞ KAVGASI ÇIKARACAK"

Tek parti döneminden kalan bir devlet yapısını miras alan DP'nin hem CHP'nin bağrından çıkmış olmasının hem de bürokrasinin belli kesimlerinin "ittifaka" açık olmasının yarattığı fırsat sayesinde parlamento çoğunluğuna dayanarak devleti "tek parti" gibi yönetebileceğini keşfetmesi uzun sürmemişti. 1950'lerin ilk yıllarındaki kısa bir "liberal" fasılanın ardından Demokrat Parti, özellikle 1955 sonrasında meclisi bir süs haline getirmiş, ülkeyi tam manasıyla tek parti olarak idare etmekteydi.

Mecliste açılan tahkikat komisyonlarına dahi muhalefet milletvekillerini almayan Demokrat Parti, kendi fiili tek parti rejiminin hukuki altyapısını da hazırlamaktaydı. Bunun için Menderes'in bulduğu gerekçe tanıdıktı. Kısa süre önce ülkenin tarihine kara bir leke olarak geçen 6-7 Eylül saldırıları için komünistleri suçlarken yüzü dahi kızarmayan Menderes, bu kez ihtiyaç duyduğu hukuki dönüşüm için aynı bahaneye sığınıyordu.

10 Nisan 1956'da Antep'te yaptığı konuşmada Menderes, muhalefetin hükümete dönük "saldırılarından" faydalanan bazı "komünist birliklerin" saldırıya hazırlanmakta olduğunu, kardeş ve mezhep kavgası çıkarmak için harekete geçtiklerini ilan etmekteydi. "İhtilalci" yöntemlerin sona erdirilmesi ve "fitne"nin bitirilmesi için yeni kanunlara ihtiyaç duyduklarını ve bu kanunları çıkaracaklarını ilan etti.

BASIN KONTROL ALTINDA

Basının baskı altına alınması için yeni kanunlar çıkaran Demokrat Parti, tekzip ve davalarla basını kendi aleyhine işleyemez hale getirmişti. Yeni çıkan 6732 sayılı kanunla ne anlama geldiği belli olmayan suçlar icat edilmiş, gazetecilik yapmak fiilen suç haline getirilmişti. Pek çok gazete ve gazeteci bu düzenlemeden nasibini alırken, bunların en sansasyoneli İnönü'nün damadı olan Metin Toker'in Şubat 1957'de tutuklanması oldu. Pek çok karikatürist de yeni yasanın kurbanı olacaktı.

Basını "sünnet" eden Menderes ve ileri gelen DP'liler: "Oldu da bitti maşallah" Kaynak: Ulus, 9 Haziran 1956

Kaynak: Kayış

TÜM GÖSTERİLER YASAKLANDI

Toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasası değiştirerek seçim dönemleri dışında siyasi toplantı ve gösteri yapmak neredeyse imkansız hale getirilmiş, başta CHP olmak üzere muhalif partilerin yerel kongrelerini yapması dahi engellenmeye başlanmıştı. CHP'nin neredeyse tüm il ve ilçe yöneticileri parti adına herhangi bir faaliyette bulunduklarında bu yasa nedeniyle yasal kovuşturmaya uğruyordu.

Bu kanunun uygulandığı ilk isim CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek olmuştur. CHP'nin açık ara en Amerikancı ismi olan Gülek'i Menderes bir rakip olarak gördüğünden olsa gerek özellikle baskı altında tutmaya gayret ediyordu. Gülek'in attığı her adım polisiye gündem haline getiriliyor, bu esnada Gülek'in kolej mezuniyeti fotoğrafları dağıtılarak kendisinin papaz olduğu gibi iddialar halk arasında yayılıyordu.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü kanunu DP tarafından o derece hoyratça kullanılıyordu ki, 30 Ağustos 1956'da Anıtkabir'e çelenk koymak isteyen Hürriyet Partisi yöneticilerinin Anıtkabir'e girişleri yasaklandı.

Sık sık yurt gezilerine çıkan Gülek, Haziran 1956'da çıktığı Karadeniz gezisi sırasında defalarca toplantı yasasına muhalefetten gözaltına alınıyor, nihayet Ağustos ayında Rize Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 6 ay hapse mahkum ediliyordu.

Yine bu yasa nedeniyle sık sık sendikaların da faaliyetlerine engel olunuyordu. Zaten 1955 yılında 6-7 Eylül bahane edilerek TÜRK-İŞ'in bazı sendikalarının faaliyetleri durdurulmuşken 1957 yılında TÜRK-İŞ Genel Sekreteri İsmail İnan'ın konuşmaları engelleniyordu.

Hikmet Kıvılcımlı'nın Vatan Partisi de hem ağırlaşan koşullardan hem de ABD'nin isteği doğrultusunda giderek yoğunlaşan antikomünizmden nasibini alıyordu. Vatan Partisi'ne dönük girişimler 1957 seçimleri sonrasına da sarkacak, Parti, 1957 yılının sonlarına doğru "komünist metodu ile çalıştığı ve komünist şahıslar tarafından sevk ve idare olunduğu" gerekçesiyle kapatılacaktı. Kıvılcımlı'nın Demokrat Partili yıllardaki siyasi denemeleri ayrıca yazılmaya değerdir.

YARGI VE ÜNİVERSİTEYE TAARRUZ

1956 yılının Haziran ayında tüm yargı üst yönetimini hallaç pamuğu gibi atan Menderes'in istekleri doğrultusunda Yargıtay Birinci Başkanı dahil pek çok üst düzey yargıç emekliye sevk edildi.

Sıra üniversitelere gelmişti: 1956'nın sonlarına doğru Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanı olan Turhan Feyzioğlu görevinden alındı. Gerekçe, Feyzioğlu'nun yaptığı bir konuşmada öğrencilere seslenirken "nabza göre şerbet vermeyin" nasihatinde bulunmasıydı.

SEÇİM KANUNU DEĞİŞTİ

Ekonomik durgunluk, yüksek enflasyon, yüksek işsizlik ve artan siyasi baskı ortamında muhalefet partileri CHP, HP ve Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) seçim ittifakı için görüşmelere başlamıştı. Bu ittifak söylentileri, DP'yi bir hayli ürkütmüş, bu nedenle DP çeşitli tedbirler almaya girişmişti.

Öncelikli tedbirlerden biri, CMP'nin lideri Osman Bölükbaşı'nın dokunulmazlığının kaldırılarak sudan bir mazeretle tutuklanmasını sağlamak oldu. 1954 seçimlerinde Kırşehir'i DP'nin kazanmasına mani olması ve tüm milletvekilliklerini kapması nedeniyle Bölükbaşı'na karşı neredeyse kişisel bir husumet besleyen Menderes, önce 1954'te ilçe haline getirttiği Kırşehir'i yeniden il yapıyor, ardından Bölükbaşı'nı hapse yolluyordu.  

Temmuz ayında tutuklanan Bölükbaşı, 1957 seçimlerinde yeniden milletvekili seçilecek, ancak hapishanede olduğu için milletvekili yeminini Ankara Merkez Cezaevi 10. Koğuşu'nda diğer mahkumlar önünde edecekti.

Ancak bu ittifakın oluşmasına karşı esas tedbir ise seçimlerden hemen önce geldi. Demokrat Parti, seçimlerden kısa süre önce, seçim kanununda yaptığı değişiklikle siyasi partilerin ittifak kurmasını yasaklamıştı. Bu kanunda yapılan bir diğer değişiklik ise, Demokrat Parti'nin dört kurucusundan biri olan ancak 6 Eylül 1957'de DP'den istifa eden eski Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü'nün adaylığını engellemeyi hedefliyordu. Bu değişiklikle bir kişinin bir partiden istifasının üzerinden altı ay geçmeden başka partiden aday olması yasaklanıyordu.

Ulus gazetesi Fuat Köprülü'nün DP'den ayrılışını böyle resmetmişti [9 Eylül 1956].

Yaptığı düzenlemelerle yazılı basını büyük oranda sindiren Demokrat Partinin seçimler için yaptığı en önemli hamle ise, devlet medyasını muhalefete kapatmak oldu. Radyo, Demokrat Partinin tekeli altında bir propaganda aracına dönüştü. Radyonun bu şekilde kullanımının devamı sonucunda ülke çapında "Radyo Dinlemeyenler Cemiyetleri" kuruldu.

"NURLU UFUKLARA DOĞRU"

Radyo meselesine ister istemez geri döneceğiz.

Ancak ondan önce propaganda sürecine biraz daha yakından bakmamız gerekiyor. Demokrat Parti, seçim sürecinde sağın artık klasikleşmiş dört kartını masaya sürüyordu: Milliyetçilik, din sömürüsü, milli irade klişesi ve "icraat"çılık.  

Demokrat Parti, milliyetçiliği Kıbrıs başlığı üzerinden yükseltiyor, zaten gergin olan Kıbrıs konusunu kaşıyarak yaratılan suni krizlerle kendisini destekleyen milliyetçi kesimleri konsolide etmeye çalışıyordu. Menderes, aynı zamanda Kıbrıs konusunu "milli mutabakat" unsuru ve muhalefete karşı bir kalkan olarak kullanıyordu.  

Bu esnada Demokrat Partinin günlük gazetesi olan Zafer, uluslararası planda DP'nin kazandığı suni zaferlere ve ABD'nin verdiği destek haberlerine yer veriyordu.

Din sömürüsü konusunda DP'nin esas silahı nurculuktu ve Said-i Nursi'ydi. DP'nin seçimlerdeki ana sloganı olan "Nurlu Ufuklara Doğru" [1] kuşkusuz DP'nin nurculukla kurduğu ilişkiye de üstü kapalı bir göndermeydi. Akis dergisinin 21 Aralık 1957 tarihli sayısında seçim öncesinde Said-i Nursi'nin yaşamakta olduğu Isparta'da kendisine hediye edilen Chevrolet marka otomobille köy köy gezdirildiği anlatılmaktaydı. Akis, bu otomobilin ve bir inşaatın temel atma törenine katılan Said-i Nursi'nin fotoğraflarını da okuyucuları ile paylaşıyordu.

Demokrat Partinin seçim öncesi kullandığı söylemin üçüncü ayağı da "milli irade" klişesiydi. 1950'lerin başından itibaren, tarihçi Feroz Ahmad'ın deyişiyle, "kusturuncaya dek tekrarlanan" milli irade, sayısal üstünlük gibi temalar, bu seçimde de ön plandaydı. Milletin iradesi ortadaydı ve bu DP'de tecelli etmekteydi. Muhalefet ise bunu çeşitli yollarla çalmaya çalışıyordu.

Demokrat Partinin bu söylemi, 1957 seçimlerinde giderek sertleşti. Seçimlerden sonra ise, "nifak cephesi"ne karşı kurulan Vatan Cephesi formunu aldı.

Gelelim "icraat"çılık başlığına... Adnan Menderes, seçim mitingi yapmasına yapıyor, ama daha çok temel atma törenlerini, açılışları tercih ediyor ve seviyordu. Bu törenlerde zaman zaman yanında bir hoca bulunduran Menderes, önce muhalefeti topa tuttuğu konuşmasını yapıyor ardından dualar ve tekbirler eşliğinde "icraat" şova geçiyordu. Bu, DP'nin seçim afişlerine de yansımıştı. DP'ye göre 1950 yılında Türkiye geri kalmış bir devletken, 1957'de ileri bir dünya milleti olmuştu. Bu icraatların devamı için DP'ye destek verilmeliydi. 1950'lerin başlarında Ulus gazetesinin muhabiri olan ve Menderes'i adım adım takip eden Cüneyt Arcayürek'in anılarında yazdığına göre Başbakan bu törenlerde "bunlar… İşte, bunlar..." şeklinde nutuklar atmayı pek sevmektedir.

DP ve CHP'nin 1957 seçimleri afişleri

DEVLET OLANAKLARIYLA DEMOKRASİ ŞÖLENİ

Seçimlerin en önemli özelliklerinden biri, daha önce söylediğimiz gibi, Demokrat Partinin devlet olanaklarını alabildiğine kullanmasıydı. Yalnız kendi propagandasını yapmak için değil, muhalefetin seçim çalışmasını engellemek için de. Aynı zamanda seçimlerin her kademesine hile karıştırmak için…

Menderes'in Radyo'yu tekeline aldığını söylemiştik. Dönemin en önemli medyasının radyo olduğu dikkate alınacak olursa, bunun kıymeti kavranacaktır. Demokrat Parti, bu tekeli şöyle gerekçelendiriyordu: Devlet radyolarında iktidar ve muhalefet partilerinin propagandası yapılmaz; sadece devlet icraatına ait haberler verilir; mesul devlet adamları radyoda konuşurlar. Bu durum tanım kümesini otomatik olarak DP'lilere daraltıyordu ki Adnan Menderes'e göre bu uygulama son derece demokratikti.

Elbette burada bitmiyordu. Demokrat Partinin afiş maliyetlerini Zirai Donatım Kurumu'ndan para aktararak temin ettiği iddiaları gündeme gelmiştir. Ancak bu konular hukuki düzleme bir türlü taşınamamıştı.

Ülkede ciddi otomobil lastiği sıkıntısı olan bir dönemde gerçekleşen 1957 seçimleri süresince devletin elindeki lastikler DP'nin propaganda yaptığı, mitinglerine insan taşıdığı araçlara tahsis edilmişti.

DP'nin cami avlusu mitinglerinden bir tanesi

Bunlara ilaveten, basının üzerinde Demokles'in kılıcı gibi sallanan "yasal" tedbirlere bir de kağıt kısıtlamaları eklenmiştir. Muhalif gazeteler kağıtsızlıktan basılamaz duruma gelmişken, DP yanlısı Köylü gazetesi bedava dağıtılmaktaydı. Yine buna ek olarak, DP siyasi basınç uygulayarak tüccarlardan "bağış" topluyordu.

Ama seçimleri daha yapılmadan tartışmalı hale getiren esas başlık seçmen kütükleri meselesiydi. Seçimlerin askıya çıkması ile görülmüştü ki kütüklerle oynanmıştı. Pek çok vatandaş kütükte ismini bulamazken, bu kişiler yerine Demokrat Partiyi destekleyeceği kesin isimlerle karşılaşılıyordu. Kesinlikle DP'yi destekleyecek olan bu isimlerin aynı il içerisinde pek çok sandık için kütüklere kayıtlı olduğu da sonradan ortaya çıkacaktı.

Bu operasyonun meyve vermesinde DP'nin en önemli "müttefiki" muhtarlardı. Muhtarlar kütüklerin DP lehine hazırlanmasından, bunlara itirazın kabul edilmemesine kadar bir dizi başlıkta DP memuru gibi hareket ediyorlardı. Gazetelerde, kütüklerde ismi bulunmayan vatandaşların muhtarlara itirazlarını kabul ettirebilmek için uğraşmaları sırasında çıkan olaylar için "Yurttaşlar muhtarlarla adeta cenkleşiyor!" tarzı haberler çıkmaktaydı. DP'nin kütüklerle oynama ve usulsüz kayıtlarla mükerrer DP'li kaydetme işlemleri kütüklere itiraz süresi dolduktan sonra da sürecekti.

Bütün bunlara itiraz eden CHP Genel Başkanı İsmet İnönü'nün dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik'e "kütük bakanı" demesi sürecin en fazla akılda kalan olaylarından biriydi.

Tabii bir de devletin zor aygıtının çeşitli şekillerde kullanılması gündemdeydi.

İç sorunlarını çözmüş, partinin vitrinini gençleştirmiş ve DP'nin kullanım süresinin dolduğunu yavaş yavaş hisseden CHP, oldukça sert muhalefet yapıyordu. Olası bir CHP zaferinin DP'yi de rahatlatacağını ve kurtaracağını sık sık "hatırlatan" İsmet İnönü'nün konuşmaları halk tarafından daha önce görülmemiş ilgiyle karşılanıyordu. CHP ve İnönü, özellikle II. Savaş döneminin gölgesini üzerlerinden atmış izlenimi verirken, bu durum DP'yi iyiden iyiye paniğe sevk etmekteydi.

Seçimlere bir hafta kalmışken, 20 Ekim 1957 tarihinde İsmet İnönü'nün Taksim'de yapacağı miting için meydanda 300 bini aşkın insan toplanmıştı. Aksiliğe bakın ki tam o saatlerde İnönü'nün konuşma yapacağı kürsüye bir türlü elektrik temin edilemiyordu. İnönü, bunun üzerine mitingden vazgeçip, basın toplantısı ile yetinmek zorunda kalmıştı.

CMP'nin düzenlediği mitinglerde de hapisteki genel başkanın, Osman Bölükbaşı'nın, fotoğraflarının taşınması polis tarafından her seferinde engelleniyor, Bölükbaşı'nın fotoğrafları bu mitinglere müdahale edilmesi ve mitinglerin dağıtılması için bahane teşkil ediyordu.

Seçimlere sayılı günler kala 5 binden fazla gencin Ankara'nın Kızılay Meydanı'nda ellerinde Atatürk resimleriyle yapmış oldukları ve sadece marş söyledikleri yürüyüş polis saldırısına maruz kalmış, onlarca genç karakola alınmıştı.

Bu çifte standartlı seçim atmosferini o dönem Dolmuş dergisini çıkaran Turhan Selçuk karikatürüyle derginin kapağından şöyle hicvetmiştir:   

"Seçim Yarışı!" Kaynak: Kayış

VE SON NOKTA: OY KULLANILIRKEN SONUÇ AÇIKLANMASI

Menderes ve kurmayları, anlaşılıyor ki işlerini şansa bırakmak istememişlerdir.

Bu nedenle, son sürpriz -oy çalınması, elektriklerin gitmesi vs. sürpriz değil, beklenen durumlardır- seçim gününe saklanmıştır. Oy kullanma süresi sabah 8:00 akşam 17:00 olan 27 Ekim seçimlerinde henüz oylama sürerken saat 14:00'te Radyo'dan seçim kanununa aykırı şekilde Demokrat Partinin seçimleri açık ara kazandığı ilan edilmeye başlanmıştır. Bu daha önce örneği görülmemiş bir hamle olarak tarihe "altın harflerle" geçecektir.

Kaynak: Ulus, 28 Ekim 1957

Kaynak: Ulus, 1 Kasım 1957

Muhalif seçmeni sandıktan uzaklaştırmak ve medya eliyle tertiplenen bir oldubitti ile seçimleri gasp etme numarasının geçmişi 1957'ye dayanmaktadır. Başta CHP olmak üzere muhalefet partileri bu duruma karşı seçim sonrası hukuk yollarını zorlamışlarsa da, hem CHP'nin hem de HP'nin savcılık başvuruları takipsizlikle sonuçlanmıştır.

YSK de Radyo'dan oylama sürerken "sonuçlar" şeklinde bir yalan haber yapılmasını ve bu suretle seçim yasaklarının bir dizi yerden delinmesini Seçim Kanunu'nun 134. maddesine aykırı bulurken, kesin bir karar vermekten kaçınmış ve "tüm Türkiye'yi ilgilendiren bir durum" olduğu için yetkisizlik kararı vermiştir.

"Gerçekten şimdi Demokrat Parti, varlığının tek şartını İktidarda kalmak olarak gören, fakat iktidarda kalmasını sağlayabilecek bütün imkanların, hatta bütün meşru çarelerin bile bir bir kapanıp ortadan kalktığını idrak eden, süresini doldurmuş, halk nazarındaki bütün itibarını kaybetmiş bir siyasi teşekkülün son çırpınışlarını, her davranışında, her söz ve yayınında belli etmektedir." [Ulus, 28 Eylül 1957]

CHP, başta İstanbul olmak üzere pek çok il ve sandıkta sonuçlara itiraz etmişse de sonuç ciddi şekilde etkilenmemiştir. Peki bu seçimlerde ne olmuştur?

Demokrat Parti, %47,9'luk oy oranı ile birinci parti olarak Meclis'e girse de sandalye sayısı 79 azalmış ve 424'e inmiştir. Buna karşılık CHP, aldığı %41'lik oy oranı ile sandalye sayısını 147 artırarak 31'den 178'e çıkarmıştır.

Bu sayılara bakıldığında DP açısından bir zafer gibi duran 1957 seçimleri, esasen Demokrat Parti ve Menderes için tam bir hezimet anlamına gelmiştir. Tüm devlet aygıtının seferber edilmesi, tüm ideolojik numaraların çekilmesi, akla gelebilecek tüm usulsüzlüklerin yapılmasına karşı DP güç kaybetmiştir.

Şevket Süreyya Aydemir, Menderes'in Dramı isimli kitabında bu durumu Menderes'in en yakınlarından biri olan Samet Ağaoğlu'dan şöyle nakleder:

1957 seçimlerinin sonuçları, başta Menderes, hepimiz için düşündürücü oldu. Demokrat Parti, önemli sayıda oy kaybetmişti. Mecliste muhalefetin milletvekili sayısı 178'e yükselmişti. Bu sonuçları aldığımız gece, siyasi hayatımın en heyecanlı saatleriyle doludur… Seçim sonuçlarını ve olaylarını belirten haberleri sabaha kadar, kâh başbakanlıkta Menderes'in, kâh içişlerinde Gedik'in odasında ve Halk Partililerin Ankara sokaklarında tertipledikleri kızgın yürüyüşlerin havası içinde alıyorduk. Menderes'i 7 yılda, o geceki kadar üzgün ve sinirlilik içinde görmemiştim. Hükümet olarak, memleket düzeninin başkanı olarak, Demokrat Partinin büyük sorumlusuydu. Kendisini her iki niteliği yüzünden, manen biraz yenilmiş buluyordu. Kısık bir sesle "Demokrasiyi bu hale getirmeye ne hakkımız var?.. Kimin hakkı var?.." diye, kendi kendine ve hepimize soruyordu. Saçları dağınıktı. Yüzü sararmıştı. Durmadan konuşuyordu. Fatin Rüştü Zorlu bir aralık yanıma geldi. Bak Samet Bey, dedi, Adnan Bey, mağlup bir kumandana ne kadar benziyor, üstünde sadece üniforması eksik. Gün doğarken evlerimize dağıldık. Ama bu, bir 1950, bir 1954 zaferi değildi artık. Evet, Menderes de, hep o geceyi hatırlayacak değil midir ki "Allah bir daha, 27 ekim gecesini tekrar göstermesin!.." sözlerini, her vesileyle tekrarlamıştır…

1 Ağustos 1957'de "seçim güneşi yakında doğacaktır" diyen, "gel Paşam gel" diye İnönü'yü seçime davet eden  Menderes'in ve "Demokrat Parti iktidarda 200 yıl kalacaktır" gibi sözleri söylemekten çekinmeyen Abidin Potuoğlu gibi DP'lilerin neden böyle bir erken seçime gittiklerini kendilerine defalarca sorduklarını tahmin etmek güç değildir.

Değildir. Zira, Aydemir'e göre 1957 seçimlerinden sonra Menderes'in saldırganlığı azalmamış, aksine çok daha şiddetlenmiş, ama ruhi bakımdan hayal kırıklığıyla başlayan bir bıkkınlık ve yıpranmışlık Menderes'in davranışlarında göze batar hale gelmiştir.

1957 "zaferi" DP için sonun başlangıcı olmuştur. Seçimler sonrasında artan saldırganlık ve kibirli hareketler bu sonu değiştirmeyecek gibi görünmektedir. Toplumun her kesiminden Demokrat Parti karşıtı sesler yükselirken, 27 Mayıs 1960 tarihinde bir askeri darbe gerçekleşir. Darbe sonrasındaki Yassıada duruşmaları neticesinde Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idama mahkum edilir. Bu üçlünün cezaları ise Eylül 1961'de infaz edilir.

Söz konusu hikaye böyle okunduğunda, tüm demokratik kurumları tasfiye eden ve ülkeyi neredeyse bir diktaya sürükleyen Menderes'ten nasıl olup, bir demokrasi kahramanı çıkarıldığı da görülmektedir. Askeri darbe, ne olursa olsun, Demokrat Parti'yle hesaplaşma imkanının halktan kaçırılması anlamına da gelmiştir. Zaten hızla tükenmekte olan Demokrat Parti'ye askeri müdahaleyle son verilmeye çalışılması, Menderes, Zorlu ve Polatkan için "acı bir son" anlamına gelse de, Demokrat Partiden geriye kalan siyasi geleneği tarihsel bir mağduriyetle donatmıştır.


[1] Enteresandır, "nurlu ufuklara doğru" Tarabya Metropoliti Yakovos'un 1953 yılında insanlara, özellikle de Müslümanlara Hristiyanlığı anlatmak için yayımladığı bir kitabın da başlığıdır.

KISA KAYNAKÇA

Ahmad, Feroz. Demokrasi sürecinde Türkiye: 1945-1980. İstanbul: Hil Yayınları, 2007.

Arcayürek, Cüneyt. Yeni iktidar, yeni dönem [1951-1954]. Ankara: Bilgi Yayınevi, 1983.

Asker, Ayşe. “1957 Seçim Sonuçlarının Radyo Aracılığıyla Erken Yayınlanması”. İletişim Araştırmaları 12, sayı 1 (2014): 125–57.

Aydemir, Şevket Süreyya. Menderes’in dramı. İstanbul: Remzi, 2007.

Boratav, Korkut. Türkiye iktisat tarihi: 1908-2002. Ankara: İmge, 2003.

Eroğul, Cem. “Çok Partili Düzenin Kuruluşu: 1945-71”. içinde Geçiş sürecinde Türkiye, editör İrvin C. Schick ve Ertuğrul Ahmet Tonak. Cağaloğlu, İstanbul: Belge Yayınları, 1998.

Kayış, Yasin. “Demokrat Parti iktidarı döneminde siyasi karikatür”. Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, 2004.

Kaynar, Mete Kaan, ed. Türkiye’nin 1950’li yılları. İstanbul: İletişim, 2015.

Silverman, Reuben. “The Applause Last Time: Ali Dayı and Turkey’s Pro-Government Media in 1955”. Reuben Silverman, 01 Kasım 2016. https://reubensilverman.wordpress.com/2016/11/01/the-applause-last-time-....

Zürcher, Erik Jan. Turkey: A modern history. 3rd ed. London: I.B. Tauris, 2004.