Saldırılar ABD’nin “Teröre karşı savaş” sloganı altında kritik bir enerji havzası ve jeopolitik bir kavşak noktası olan Ortadoğu’ya müdahalesi için bahane yarattı. Bu, İslami terör örgütlerinin boy vermesine yol açtı.

11 maddede 11 Eylül

11 Eylül 2001’de 3 bin civarında masum sivilin ölümüne yol açan korkunç saldırının üzerinden tam 20 yıl geçti. ABD öncülüğündeki işgal güçlerinin Afganistan’da Taliban karşısında berbat bir yenilgiyle karşılaşmasının hemen ertesinde o günden bugüne yaşanan süreci soğukkanlı bir şekilde analiz edebilmek için yeterli süre geçmiş bulunuyor. Şimdi isterseniz 11 Eylül’ü 11 maddede değerlendirelim.


1- 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışı, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla kapitalizm “Tarihin Sonu” metaforuyla hatırlanan nihai zaferini ilan etmişti. Baba George Bush’un 1991 Körfez Savaşı sırasındaki Yeni Dünya Düzeni tasarımı ABD öncülüğünde tek kutuplu bir dünyaya, kapitalist küreselleşmenin coğrafya tanımaksızın tüm yeryüzüne egemen olmasına işaret ediyordu. 11 Eylül saldırısı bir yanıyla da bu iddianın zayıflaması, ABD'nin bugün Çin ile kıyasıya rekabete uzanan göreceli gerileme sürecinin başlaması anlamı taşıyordu.

2- Bu trajik olayın ardından ABD Teröre Karşı Savaş sloganı altında kritik bir enerji havzası ve jeopolitik bir kavşak noktası olan Ortadoğu’ya müdahale için bahane yarattı. El Kaide’nin konuşlandığı Afganistan'ın işgalinin ardından Kitlesel İmha Silahı yalanıyla 2003’te ise Irak işgal edildi, despotik bir figür de olsa İslami terörle bir bağı bulunmayan Saddam Hüseyin devrildi. New York saldırısını düzenleyenlerin 19’undan 15’inin Suudi Arabistan vatandaşı olmasına karşın, faturanın Washington’ın stratejik müttefiki bu şeriat rejimine değil, Irak’a çıkarılması operasyonun inandırıcılığını iyice azalttı. Dünyanın hemen her köşesinde yükselen savaş karşıtı gösteriler askeri müdahaleyi engelleyemese de, emperyalizmin “adil savaş” iddiasıyla “insan hakları, demokrasi, özgürlükler” getireceği yolundaki ideolojik hegemonyasını yitirmesinde bir dönüm noktası oldu.

3- ABD istihbaratının bu kadar organize bir saldırı karşısında büyük bir güvenlik zafiyeti yaşaması; CIA’i, FBI’ı, NSA’i ile milyarlarca dolarlık bütçeler tüketen kurumların sorgulanmasına yol açtı. Başta Vatanseverlik Kanunu (Patriot Act) gelmek üzere devletin yurttaşın özel hayatı, siyasi faaliyetleri dahil tüm adımlarını izlemesine olanak veren düzenlemeler “gözetim devletinin” taşlarını döşedi. Bu kontrol ve gözetim mekanizmalarının Siyahlar, Müslümanlar, azınlıklar için ayrımcı bir biçimde hareket geçirilmesi bir yandan toplum içindeki gerginlikleri, kutuplaşmaları derinleştirdi. Bir yandan da ABD’nin Çin devletinin otoriter, baskıcı karakterini teşhir etme çabalarının inandırıcılığını azalttı.

4- ABD halihazırda 85 ülkede “terörizm karşıtı” faaliyetler yürütüyor. Watson Enstitüsü’nün hesaplamalarına göre Afganistan, Irak, Suriye, Yemen başta gelmek üzere bu operasyonlarda 500 bini sivil olmak üzere en az 800 bin kişi öldürüldü. Bu arada 7 bin Amerikan askeri personeli de hayatını kaybetti. 11 Eylül sonrasında 37 milyon kişi ülke içinde veya ülke dışında mülteci statüsüne düştü. Bu saldırganlık tam aksine, sadece Ortadoğu’da değil, Nijerya’da Boko Haram, Mozambik ve Somali’de El Şebab gibi zalim İslami terör örgütlerinin boy vermesine yol açtı. Ülkelerin iç dengeleri bozulur, toplumsal doku yurttaşlık kimliği yerine etnik ve mezhepsel temelde şekıllenırken, düşünülenin tam aksine İran ve Rusya’nın Ortadoğu’da etkinliği arttı. Yukarıda sayılan eğilimlerin en belirgin gözlemlendiği ülke, Şii çoğunluğun devlete egemen olduğu, Sünnilerin tepkilerinin İslami terör örgütlerine militan deposu halıne geldığı Irak’tır.

5- 2004’te Büyük Ortadoğu Projesi adıyla ortaya atılan Ortadoğu’yu “demokratikleştirme; orta sınıfı genişleterek, birer tüketici olarak küreselleşme sürecine entegre etme; modernleşme etiketi altında kadınların ucuz işgücünden yararlanma” tasarımı Suudi Arabistan, BAE, Kuveyt benzeri İslami monarşilerin tepkileriyle baştan başarısızlığa uğradı. Başta Mısır Müslüman Kardeşler’e yatırım yapma, Türkiye’de AKP, Tunus’ta El Nahda gibi “Ilımlı İslam” temsilcilerine bel bağlama yönelimi de bekleneni vermedi. Tam aksine iktidarı ele geçirdiklerinde İslamcıların demokrasi, kuvvetler ayrılığı ilkelerinden uzaklaştığı, kendilerini hükümete taşıyan ittifakları dağıttığı, radikal İslam için gelişme iklimi yarattıkları algısı güçlendi.

6- Joe Biden 2021’de başkanlığı devralmasıyla birlikte altyapı yatırımlarına hız veren, sosyal programları güçlendiren, gelir ve servet dağılımı bozukluklarını sınırlı da olsa törpüleyen ılımlı Keynesyen bir programa yöneldi. Brown Üniversitesi bünyesindeki Savaşın Maliyeti Projesi 11 Eylül sonrası askeri maceralar için harcanan parayı 8 trilyon dolar olarak hesaplıyor. Politika Çalışmaları Enstitüsü (Institute for Policy Studies) ise “teröre karşı savaş” başlığı altında ülke içindeki militerleşme harcamaları dahil 11 Eylül 2001’den beri yapılan askeri harcamaların 21 trilyon doları bulduğunu öne sürüyor. Amerika’nın akil akademisyenlerinden Harvard Üniversitesi’nden Stephen M.Walt, ABD hegemonyasının gerileyişinin 11 Eylül saldırısına verilen hatalı tepkiden kaynaklandığını düşünüyor. Eğer 8 trilyon dolar savaşa değil de Ar-Ge’ye, altyapıya, eğitim, sağlık ve bakıma harcansaydı bugün çok farklı bir Amerika ile karşılaşacağımızı öne sürüyor.

7- Gelgelelim, George W. Bush’u iktidara getiren sınıf ittifakının arkasında silah ve enerji şirketlerinin bulunuyordu. Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’nin mensuplarının silah tekeli Lockheed Martin’den, batan enerji şirketi Enron'a, savaş taşeronu Blackwater’a kadar. Askeri-Sanayi Kompleksi’nin organik unsurları olduğunu hatırlayalım. Ayrıca Immanuel Wallerstein’a göre; Irak işgalinden önce Amerikan Devleti’nin şahinleri, gerileyen ekonomik üstünlük karşısında askeri gücün öne çıkarılmasının, bağımsız davranma eğilimine giren Avrupa ve Doğu Asya’daki müttefikleri hizaya getireceğini de düşünüyorlardı. Bilindiği gibi tam beklenenin aksi gerçekleşti. Almanya ve Fransa’nın işgale katılmaması, “istekliler koalisyonunun” genişleyememesi, tam aksine Atlantik Bloku’nun zayıflamasına yol açtı.

8- Guantanamo üssünden ve Ebu-Gureyb cezaevinden yayılan işkence görüntüleri, ABD’nin insan haklarına ve özgürlüklere duyarlılık iddiası taşıyan bir ülke imajını iyice zedeledi. Öte yandan başta Londra ve Paris gibi Avrupa başkentleri gelmek üzere 11 Eylül’den ilham alan radikal İslamcıların terör saldırıları kitlelere korku saçtı. Samuel Huntington’un “medeniyetler çatışması” tezini destekleyen zehirli bir iklim ortaya çıktı. Böylelikle 11 Eylül’ün yarattığı psikolojik ortamda Batı dünyasında İslamofobi yaygınlaşırken, Müslümanların maruz kaldığı ayrımcılık ve dışlanma hissi, İslami terör örgütlerinin özellikle gençler arasından militan devşirme olanaklarını artırdı. Hoşgörü, empati, farklı kültürlere ve inançlara saygı gibi insani duyguları karşılıklı biçimde zayıflattı.

9- ABD’de 1987 Borsa krizine, 2000’de teknoloji balonunun patlamasına, “piyasaları tanrı kabul eden” Merkez Bankası Başkanı Alan Greenspan’in faiz indirimleri ile karşılık verilmişti. 11 Eylül karşısında da düşük faiz ve bol likiditeye dayalı klasikleşen reçete uygulandı. Bu ortam riskli finansal yatırımları ve borçlanarak gayrimenkul alımlarını teşvik etti. Yükselen borsalar, şişen ev ve ofis fiyatları 2008 Küresel Finansal Krizi’ne kadar devam etti. Böylelikle on milyonlarca kişinin evini ve işini kaybetmesine neden olan bir sürecin taşları döşendi. Covid-19 karşısında da sürdürülen aynı yaklaşım finansal madrabazlıklarla büyük servetler yaratılmasına, gelir dağılımı adaletsizliklerinin keskinleşmesine neden oldu.

10- 11 Eylül sonrasında beslenen korku, tedirginlik, endişe ortamı, yükseltilen şovenist dalga ABD’deki toplumsal fay hatlarını derinleştirdi. Özellikle sanayide işini kaybeden veya yaşam standartları gerileyen beyaz Amerikalılar geçmişteki gibi sendikal ve sınıfsal mücadeleye hız vermek yerine, içlerine düştükleri durumdan Siyahları, İspanyol kökenlileri, Müslümanları sorumlu tutan ayrımcı bir ruh haline yönlendirildiler. 11 Eylül’de devletin ve kurumsal yapıların aczi uzmanlığa, bilgiye, aydınlanma değerlerine saygıyı azalttı. Farklı olan, her an teröre alet olmaya eğitimli “öteki” olarak algılanmaya başlandı. Ülkede silah kullanımı, sivillere yönelik “yalnız kurt” katliamları yaygınlaştı. Öte yandan olumlu bir gelişme olarak sivil toplumda Siyah Yaşamları Değerlidir hareketi ve kadın hareketi gibi farklı kesimlerden insanları yükselen sağ popülizme karşı bir araya getiren sosyal hareketler yükselişe geçti.

11- 11 Eylül kör şiddetin, sivillere yönelik saldırıların, intihar eylemlerinin ne kadar yersiz ve amaçsız olduğunu, emperyalizme karşı böyle mücadele edilemeyeceğini bir kez daha gösterdi. Irak işgali sırasında yükselen savaş karşıtı hareketin güçlendirilmesi, etnik ve mezhepsel farklılıklardan kaynaklanan değil, yurttaş hakları temelinde taleplerin öne çıkarılması, insan hakları, özgürlükler, kadın ve azınlık hakları mücadelelerinin sınıfsal mücadelelerle bağının kurulması bugün her zamankinden daha fazla önem taşıyor. Aksi takdirde, insanlık 2001’den bu yana maruz kaldığı kabus gibi bir 20 yıl daha yaşamak zorunda kalır.